Geç Pleistosen dönemden Avrupa sömürgeciliğinin başlangıcına kadar 50.000 ev üzerinde yapılan bir araştırma, sosyal eşitsizliğin kaçınılmaz olmadığını, aksine siyasi tercihlerin bir sonucu olduğunu ortaya koydu.

Bir grup araştırmacının, dünya çapında 1.000’den fazla yerleşim yeri üzerinde yaptıkları yeni bir araştırmanın sonucunda son 10.000 yılda sosyal eşitsizliğin nüfusla birlikte artma eğiliminde olduğunu, ancak bu eğilimin garanti olmadığını buldular.
Araştırmayı gerçekleştiren arkeologlar bu sonuca varmak için şaşırtıcı derecede basit bir ölçüt kullandılar: ev büyüklükleri. Eşitsizliğin Küresel Dinamikleri (GINI) projesinin bir parçası olarak elde edilen bulgular 14 Nisan’da PNAS dergisinde yayımlandı.
Chicago’daki Field Müzesi’nde arkeoloji profesörü ve Mezoamerikan, Orta Amerika ve Doğu Asya Antropolojisi MacArthur Küratörü olan çalışmanın başyazarı Gary Feinman Live Science’a yaptığı açıklamada, “Ekonomik eşitsizlikle ilgili olarak, tarihin kazananlar, zenginler ve güçlüler tarafından yazılma eğiliminde olduğu şeklindeki eski söz muhtemelen burada da geçerlidir” dedi. “Eşitsizliğin doğal ya da kaçınılmaz olduğu iddia edilirse, bunu azaltmaya ya da kontrol etmeye yönelik her türlü çabanın cesareti kırılacaktır.” geçerlidir” diye belirtti.
Mısır firavunlarının gösterişli mezarlarından unutulmuş hazine yığınlarına ve hatta çocuk kurbanlara kadar, sosyal eşitsizliğin izlerine tarih boyunca her yerde rastlamak mümkündür. Ancak arkeolojinin temel hedeflerinden biri olmasına rağmen, insan eşitsizliğinin evrimini ve yükselişine yol açan faktörleri ölçmek tartışmalı olduğu kadar zordur da.
Geleneksel anlatıya göre eşitsizlik, insanlar çiftçiliğe başladıktan sonra toplumlarımıza yerleşmiş ve zengin elitlerin tarım işçilerinin ürettiği fazlalıkları istiflemesine olanak sağlamıştır. Ancak, başka araştırmalar bu anlatının muhtemelen yanıltıcı derecede basit olduğunu öne sürmektedir.
Arkeologlar, sosyal sınıflar arasındaki zenginlik farklarının artışının haritasını çıkarmak için farklı alanlardaki sosyal yapıların niceliksel ölçümlerini geliştirmeye başladılar, böylece veriler coğrafyalar ve zamanlar arasında karşılaştırılabilir.
Modern toplumlarda kullanılan yaygın bir ölçüt olan Gini katsayısı, 0 ile 1 arasında bir sayı olup “0” mükemmel eşitliği (herkesin aynı servete sahip olması) ve “1” mükemmel eşitsizliği (bir bireyin her şeye sahip olması) temsil eder. Dünya Bankası’na göre Amerika Birleşik Devletleri’nin gini katsayısı yaklaşık 0.41, Norveç’in ise 0.27’dir.
Araştırmacılar, Mezoamerika, Kuzey Amerika, Avrupa ve Asya’da Pleistosen çağının sonu (yaklaşık 12.000 yıl önce) ile 15. yüzyıl arasında inşa edilmiş 1.000 yerleşim yerindeki 50.000 evi analiz etti.
Arkeologlar, bu yerleşimlerdeki ev büyüklüklerindeki değişkenliği zenginlik için kabaca bir gösterge olarak kullanarak, her yerleşim için bir Gini katsayısı hesapladılar. Bunu, Gini skorlarını her bir toplumun siyasi karmaşıklığıyla karşılaştıran istatistiksel analizlerle takip ettiler.
Araştırmacılar, Gini değerlerindeki eğilimleri hükümet yapılarındaki eğilimlerle karşılaştırarak basit bir sonuca ulaştılar: Tarihsel eşitsizlik her yerde aynı şekilde meydana gelmiyor ve nüfus arttıkça ve hükümetler daha karmaşık hale geldikçe doğal olarak artmıyor. Bunun yerine, insan toplumlarının zenginliği nasıl dağıtacakları konusunda yaptıkları seçimler, sosyal eşitsizlikleri kontrol altında tutmada kilit rol oynamıştır.
Feinman, “Bu tür dengeleme mekanizmaları zaman ve mekan içinde oldukça değişkendir” dedi, ancak yüksek oranda yoğunlaşmış serveti yeniden dağıtan veya önleyen vergilendirme sistemleri ve yasaları kullanma eğiliminde olduklarını vurguladı. Örneğin, antik Atina’da varlıklı bireylerden kamu çalışmalarını ve belirli festivalleri finanse etmeleri beklenirdi. Ve birçok toplumda, ölenlerin serveti yeniden dağıtılmış ya da ölenlerin borçları iptal edilmiştir.
Feinman, bu bölgesel ve zamansal değişkenliğin kendisini şaşırtmadığını, ancak çok sayıda sahadaki eğilimleri ampirik olarak belgelemekten memnuniyet duyduğunu söyledi.
“Şu ya da bu veri noktasına ilişkin tartışmaların, gördüğümüz geniş tabanlı örüntüler üzerinde muhtemelen çok az etkisi olacaktır” diye ekledi. “Eşitsizliğin kaçınılmaz ya da doğal olduğu yönündeki ideolojik iddialara hiçbir zaman katılmadım, umarım bu kolektif çalışmadan sonra bu fikirler tekrar gündeme gelmez.”
Yazının orijinali için buraya tıklayın.





Yorum bırakın